30 Mayıs 2013 Perşembe

Erman Kılıç'ın Son 5 Sezon İstatistikleri

365G24S sitesinin verdiği bilgiye göre Erman Kılıç (29) önümüzdeki sezon Galatasaray forması giyecek.
Başarılı orta saha oyuncusuna hoşgeldin diyor, son 5 sezon istatistiklerini paylaşıyoruz.

2008-2009 (İBB)






Toplam: 35 maç, 6 gol 5 asist

2009-2010 (SİVASSPOR)







Toplam: 35 maç, 4 gol 7 asist

2010-2011 (SİVASSPOR)






Toplam: 31 maç, 9 gol 4 asist

2011-2012 (SİVASSPOR)






Toplam: 42 maç, 10 gol 10 asist

2012-2013 (SİVASSPOR) 






Toplam: 44 maç, 9 gol 14 asist


Kaynak: Transfermarkt - Erman Kılıç

1 Aralık 2012 Cumartesi

Taraftar Görünümlü Müşteriler

Galatasaray tribünlerinin son zamanlardaki en büyük sorunu, homurdanan taraftar!

En ufak bir olumsuzlukta küfür, bağırmalar hemen başlıyor. Hani takımın ligde ki konumunu da göze alınca neden olduğuna pek fazla anlam verilemeyen bir durum bu.
Peki nasıl açıklanır bu durum? Analist falan değiliz tabiki, kesin teşhiş koyacak durumumuz yok ama görünen o ki Galatasaray taraftarının bir çoğu artık müşteri olmuş. Verdiği bilet parasının karşılığını istiyor alamayınca da küfür ediyor, oyuncuya kızıyor, ıslıklıyor vs.
Belki kendince haklı, bir ton para saymış bilete, kombineye. Verdiğinin karşılığını göremeyince kızıyor! Neyse, bizim onlara yapacağımız bir şey yok şuan için.

Bundan sonra yazacaklarım kendini Galatasaray taraftarı olarak tanımlayanlar için. (Müşteriler burada insin lütfen)
(Eski) Ali Sami Yen'in son zamanlarda en çok şikayet konu, Yeni Açıkta taraftara küfür eden gençlerdi. Bu gençler bazı tribün büyüklerinin desteğini alarak Yeni Açığı yönlendirmeye çalışıyordu, bağırmayan taraftara da "bağırın lan orospu çocukları" diye tepki gösteriyorlardı. Bu durumla karşılaşan bir çok kişi bir süre tribüne küsüp, maçlara gitmiyordu. Aslında ortadaki amaç, Galatasaray'a destek olmaktı. Ama desteğin yapılış şekli doğru olmadığından çoğu kişi rahatsız oluyordu bu durumdan.

Gelelim bu güne, o gün orada küfür eden amigolar amacına ulaşamadı. Kimi korkudan biraz bağırdı, kimi de umursamadı. Konuyu anlatmamın sebebi, bugün bunu taraftarın sahaya uygulamaya çalışması yüzünden. Senin ve sahadaki adamın ortak paydası Galatasaray'ı ileriye taşımak ve bügüne kadar da insanların yüzüne küfür ederek bunu başarabilen görmedik. Yapmamız gereken çok basit, birazcık empati.

Stada giden taraftar görevinin yapıyor mu layıkıyla? Bir kısım hariç pek yapan yok. E o zaman diğerleride size küfür etsinler, yuhlasınlar. Olmaz mı? Senin mantığa göre olması lazım ama.

Kimseye akıl verecek halimiz yok ama "Galatasaray taraftarıyım" diyen adam Galatasaray'ın bir his takımı olduğunu unutmasın. Amatör ruhunu, takım sevgisini, parasının karşılığını değil, Galatasaray'a destek olmak için orada olduğunu unutmasın yeter.

Taraftarın bir çoğu müşteri sınıfına kaymaya başladı. Rahatsız değilseniz sorun yok, ama ben taraftar olarak kalmak istiyorum diyorsan; tribünde oyuncuya küfür ederken bunu iyi düşün...

13 Temmuz 2012 Cuma

Bizimkisi Bir Transfer Hikayesi

Yönetim kurulu toplanmış içeride sessizce bekliyorlardı. Içlerinden biri hariç diğerlerinin yüzünde bir endişe vardı, baskıyı iliklerine kadar hissediyordu hepsi. Odayı ölüm sessizliği sarmıştı derken dışarıda duyulan kauçuk ayakkabı tabanının sesi içeridekileri kendine getirdi. Evet gelen oydu, ölüm sessizliğine, cevapsız sorulara cevap verecek adam. Kapıyı açtı ve içeridekileri başıyla selamladı. Yönetim kurulu adeta bir asker mangası disipliniyle ayağa kalkıp başkanlarını selamladilar.

Ağzından çıkan ilk söz, "Hoca Hamit'i çok mu istiyor?" oldu. Ali ayağa kalkıp "evet, bu transferin saha dışı etkisi de çok büyük mutlaka almalıyız" dedi. Başkan önündeki kağıda not alıyordu. "peki diğer önceliklerimiz?" diye sordu. Abdurrahim ayağa kalkıp "Burak" dedi. Evet Burak'ta önemli bir hamleydi. Onu da içeriği karışık olan kağıda not aldı. Usulca kalemi yere bırakarak Adnan'a döndü; "Faslı çocuğu ne yapacağız?" Adnan ayağa kalktı "Başkanım, biliyorsunuz söz verdik. Bizi çok istiyor. Ama kulübü ona ayırdığımız bütçenin çok üzerinde talep ediyor. Maddi şartlar olanaksız görünüyor." Başkan elindeki kalemin ucunu not kağıdına vurarak biraz bekledi. en son kalem havada tutup, "tamam" dedi. Ardından ayağa kalktı. Onunla birlikte karşısında duran kurmayları da aniden hareketlenip ayağa kalktılar. "Ali, Hocayla görüş... Hamit'i ikna etsin, para sorun değil. Alacağız onu!" Yumuşak yüzlü adamın bakışları ilk defa bu kadar sertti. Ali "tamam" dedi sakin ses tonuyla. "Abdurrahim, Jeti al, Rusya'ya uçuyorsun." Abdurrahim'in heyecanlı bakışları yerini telaşa bırakmıştı. Biraz duraksadı, kendine gelince, "Burak için mi?" diye sordu. -Evet. "hemen çıkıyorum Başkanım" dedi her zamanki heyecanlı ses tonuyla. "Faslı çocukla ben ilgileneceğim, bugün hallediyoruz hepsini" dedi Başkan. Ayaktakiler heyecanlı ama biraz da meraklıydılar. Çünkü eksik bir şeyler vardı. Kimse soramadı o soruyu. Başkan cebinden ufak bir hediye paketi çıkarıp masanın üzerine bıraktı ve sessizce çıkıp gitti.

 Odadakiler birbirine bakıyorlardı, sonra gözler karşıda duran küçük kututya çevrildi. Abdurrahim dayanamayarak atıldı hemen, kutuyu açtı etrafındakiler kutuda ne olduğunu görünce endişeli bakışlar yerini heyecan ve sevince bırakmıştı. Ali, "yok canım bu iş olmaz" dedi. Ama o bile artık inanıyordu içten içe. Sadece her zamnki kalıplı davranışını sergilemişti. Ne mi vardı kutunun içinde? Üzerinde dalından yeni koparılmış bir çiçek ve altında bir resim. Üzerine şöyle yazıyordu;"Pastanın malzemelerini alın, çilek bozulmasın" Geriye tek bir soru kaldı cevaplanmayan, kimin resmi? Onu tamamlamak da size kalsın. Sevgiler.


17 Haziran 2012 Pazar

Son Topu Kullanamadık!

Yıllardır Galatasaray'ı en çok futbol şubesiyle sevdik biz. Acımız, tatlımız, üzüntümüz, sevincimiz hep futbolda alınan başarılar ve kaybedilenler le olmuştu. Galatasaray hayatımızın merkezinde olduğu için onu futbolla yoğurup yaşıyorduk. Çocukluğumuz, yol üstlerinde, mahalle aralarında ve çayırlarda futbol oynamakla geçiyordu. Bu yüzden bizim için Galatasaray sadece futbolda ibaretti.

Basketbolu ya da herhangi bir spor dalını takip etmek için önce onu sevmek, ona bağlanmak gerekir.
Büyüdükçe Galatasaray'ın başka spor branşlarında da yarıştığını fark ettik ama konulara hakim olamadığımızdan sadece başarılarına sevindik, üzerinde Galatasaray arması var diye. Bu branşlarda neler yaşanıyor, neler yapılıyor hep yüzeysel gördük. Ta ki o gelene kadar.

Oktay Mahmuti'nin Galatasaray CC antrenörü olduğunu, gelişini pek fark edemedik çünkü uzaktan seyrediyorduk takımı. Sonra yavaş yavaş etki alanına girmeye başladık. Benim gibi bir çok kişinin basketbol üzerine ilk mottosu; "Onlara karşı koyamayacakları bir savunma yapacağız" olmuştu. Basketbolu sevmeyen bizleri Oktay Mahmuti ve Yenilmez Armada öyle kendine çekiyordu ki, artık mağlubiyetlere de üzülüyorduk. Basketbola pencereden bakmayı bırakıp, o yuvanın içinde yaşıyorduk artık.

Oktay Hocanın ilk sezonu sonundaki başarısı; daha önce yüksek bütçeyle kurulan rakiplere kafa tutmakla ve onları mağlup etmekle başladı. Artık bu takımın bir karakteri vardı, sokaktan geçen adam da biliyordu ki, Galatasaray yeniliyor olsa bile "son topa kadar" savaşmayı elden bırakmayacaktı. Bu karakterle inanılmaz geri dönüşler yaşadı. Play-off serisinde ezili rakibine kaybetse de "artık ben buralarda olacağım" diye bas bas bağırıyordu takım. Nitekim o sezon öyle bitti.

Ardından gelen bu sezon, Yenilmez Armada ilk defa Eurolig'de boy gösterdi. Gelişi de tıpkı karakterine yakışır şekilde oldu. "Ön eleme turlarını geçemez" denilen takım birer birer eliyordu rakiplerini. Sıonra, "görüp görebilecekleri yer burası" denildi. Ama takım bu guruptan da çıkmayı başardı. Top 16'da CSKA, Olimpiakos ve Anadolu Efes gibi basketbola çok yüksek bütçe ayıran takımlarla aynı guruba düştüğümüzde "GS(!) gurupta sıfır çekecek" denildi, fakat daha sonra bu lafı diyenler neredeyse kalp krizi geçirecek duruma geldiler. O sezon hiç bir takıma yenilmeyen CSKA'yı muhteşem taraftarı önünde deviren Yenilmez Armada, tırmanmakta olduğu tepelerin belki de en yükseğine çıkmıştı.

Biraz şansızlık ve Anadolu Efes'in tamamen bize ters sonuçlar alması bir üst tura çıkmamızı engellemişti belki, ama Yenilmez Armada'ya inanan herkes bunun bir son değil başlangıç olduğunu biliyordu. Artık ufukları ve oraların güzelliklerini görebiliyorduk.

Sezon içinde Avrupa'da alınan başarılı sonuçlar ve belki Türkiye'de ki rakiplerimizi yeterince önemsememiş olmamızdan dolayı, önce kupayı ardından normal sezonu şampiyon tamamladığımız ligi  kaybettik. Play-off serisinde takımın yalnız bırakılması ve hakemler tarafından doğranmamız, hocanın biten sözleşmesinin bir türlü yenilenmemesi şampiyonluğa mal oldu desek, belki de fazla itiraz eden çıkmaz.

Herkes hocanın yeni sözleşme imzalayacağı günü beklerken, basında "Koç çok para istiyor", "Soyunma Odasında Yönetime küfür etti" minvalinde saçma sapan haberler çıkmaya başladı. İşin içindeki arkadaşlarımız, büyük sorunların olduğundan bahsederken biz, "yok canım kesin imzalayacaktır" diye bekliyorduk. Ve beklediğimizle de kaldı öylece.

Şimdi soruyorum; uzun zaman sonra basketbol dışındaki bir çok insanı bile kendine bağlayan bu takımın mimarına, oluşan sinerjiye ihanet edecek kadar neler yaşanmış olabilir?

Hani biz bir aileydik? 


17 Nisan 2012 Salı

Beşiktaş 0-2 Galatasaray | Süper Rezalet!

Öncelikle maça herkesin konuştuğu Hakem Göçek ile başlayalım. Malum, maçtan önce herkes Göçek'in bir dönem Galatasaray formasını giymiş olmasına takmıştı. Evet, bunu inkâr ettiğimiz yok ama Hüseyin Göçek'in Galatasaray maçlarında neler yaptığına da bakmak lazım. Twitterda bu atamayla ilgili görüşümü maç öncesinde dile getirmiştim, takip edenler bilir. "Bjk-GS maçında, Galatasaray forması giymiş Hüseyin Göçek yerine Beşiktaşlı Fırat Aydınus'u 10 kere tercih ederim." Link
Hüseyin Göçek dosyasının detayları Burada mevcut. Bununla birlikte şu resim de çoğu şeyi açıklıyor sanırım.
Maç içindeki pozisyonlar da cabası... Selçuk'a verilen hayali kart, Quaresma'nın kırmızı görmemesi ilk yarıdaki takdir haklarının genelinin Beşiktaş lehine verilmesi vs. Ofsayt pozisyonuna gelince, biz elimizdeki bir çok dökümana rağmen "gol mü?" "ofsayt mı?" tartışması yaptığımız halde hakemlerin kısa sürede bu kadar ince pozisyonu süzememmesi çok da büyütülecek bir durum değil. Kaldı ki ofsaytı vermesi gereken kişi orta hakem değil yardımcı hakem olması gerekmez mi? Pardon, yardımcı hakemin Galatasaray ile anılan bir metaryelinin olmadığını unutmuşum...

Beşiktaş taraftarının bu denli taşkılığına anlam vermek mümkün değildi. Belki de bu zamana kadar yapalan yanlış işlerin patlama noktası oldu. Her ne olursa bu fotoğrafın hiç bir açıklaması olamaz. Irçılığa karşı Zokora'yı savunanların böylelerine müsaade etmeleri açıklanamaz. Süper Rezalet ...



Maçı Galatasaray açısından değerlendirirsek, en önemlisi müthiş başarıyla yapılan takım savunması. Fatih Terim bu anlamda takıma inanılmaz bir oyun anlayışı aşıladı. Uzun zaman sonra Galatasaray'ın oyuncu performansları yerine kendi oyun felsefesinin belirleyici olması bizim adımıza büyük mutluluk. Herkesin canla başla mücadele etmesi ve takımdaşlık olgusunun en yüksek seviyede olması da şüphesiz sahadaki oyunu en iyi şekilde oynamaya zemin hazırlıyor. Tüm bu olgularda çok büyük emeği olan Sayın Hocamız, İmparator'a ne kadar müteşekkir olsak azdır. Bunun yanında Aydın Yılmaz'ın bir süredir üzerine koyduğu çizgisi bu maçla birlikte müthiş bir golle süslemesi de onun ve bizim adımıza sevindirici. Aydın'ın play off sürecinde takıma çok daha fazla katkısı olacağını ScoutGS forumunda belirtmiştim, bu açıdan içim gayet rahat.
Muslera'nın gol yememe süresini 17 maça çıkarması, Melo ve Selçuk'un güzel oyunu ve Riera'nın yıkılmayışı bu maçtan geriye kalanlar. Hakan Kadir Balta'nın bir pozisyonda topla birlikte iki oyuncu üzerine yürümesi, takımın nasıl bir öz güveni olduğunun göstergesi bence. Zira Hakan'ın geçen sene nasıl bitik bir halde olduğunu hepimiz biliyoruz.

Her şeyi bir kenara bırakalım, Şampiyonluk şimdi daha yakın.

29 Mart 2012 Perşembe

Top Patladı, Dağılın!

Eskiden mahalle aralarında, boş arazilerde, çayırlarda kendi aramızda futbol maçları yapardık. Öyle saf duygularla ve öylesine tutkuyla oynardık ki dünyadan kopardık o zamanlar. Zamane çocukları gibi elimizde bilgisayarlarımız ya da PS'lerimiz yoktu. En büyük eğlencemizdi futbol... O zamanlar sevdik futbolu, futbolla beraber tuttuğumuz takımları ve efsane oyunculaını... Haci Haci Haci diye ...
Mahallelerde futboldan rahatsız olan yaşlılar hep olmuştur. Yaptıkları tehdit ise, "keserim topunuzu" olurdu. Bizler o tutkuyla; aldırmadan devam ederdik futbola, sonunu hiç düşünmeden. Ve bir gün korkulan olur top rastgele bir vuruşla o yaşlı amcanın önüne düşerdi. O da gözlerimizdeki ışığa aldırmadan keserdi topu.

3 Temmuzdan bu yana bu tehditkar süreci yaşıyoruz. Bir yandan tutkuyla futbolumuzun peşinden koşarken bir yandan da topun kesilme korkusunu yaşıyoruz. Sonunda o gün geldi çattı, Sayın Başbakan dün gece gazetecilere yaptığı açıklamayla hepimizin topunu kesti maalesef. 
"5 Yıl Avrupaya gitmeyelim ne olur?" demeye getiriyor 
sayın Başbakanımız. Neler olmaz ki...

  • Ülke puanı çok ciddi derecede zarar görür.
  • Bu durum karşısında şuan ki Avrupa Kupalarına katıdığımız statü tamamiyle değişir.
  • 5 sene sonra en fazla lig şampiyonu bir iki ön eleme oynayarak Avrupa Ligi'ne yani eski adıyla UEFA kupasına katılır.
  • Şampiyonlar Ligi katılım hakkından pay alamayız.
  • Kulüplerin gelir kaynakları çok ciddi zararlar görür.
  • Şampiyon olan takım bugün, CL gelirleriyle birlikte ortalama 20-25 Milyon € arası gelir elde ediyor. (2. CL'ye katılamadığı takdirde)
  • 5 Yıl sonra sadece yayın gelirleri kalacak elimizde ve bu düzende bir çok Lig Tv üyesi de paketini iptal ettirecektir.
  • Her şeyden önce zaten Avrupa da az olan itibarımız hiç kalmayacaktır.


Şimdi, ya bu bu patlak topla "mahsuscuktan" oynamaya devam edelim ya da dağılalım. Seçim sizin...

22 Mart 2012 Perşembe

Centilmen Başkan

1957 yılında, 14 yaşındayken "kulübün en genç üyesi" sıfatıyla girdiği Galatasaray Spor Kulübüne adanmış bir hayat  hikayesidir Özhan Canaydın.
Basketbol branşında çeşitli yaş kategorilerinde oynamış ve 1963 yılında Türkiye Şampiyonu olan Galatasaray kadrosunda yer almıştır. 


1964 yılında aktif basketbol hayatını noktaladıktan sonra iş hayatına atılan Canaydın 1986 yılında Ali Tanrıyar başkanlığında Galatasaray'a yönetici olarak geri dönmüştür. Bu dönemden sonra Alp Yalman ve Faruk Süren yönetimlerinde de görev yapmış ve Mart 2002 de Galatasaray'ın 33. Başkanı olmuştur.

Başkanlık yaptığı  3 dönem boyunca bizler kadar kendisi de çok üzülmüştür. Nitekim sonradan Pankreas Kanserine yakalanarak yerini Adnan Polat'a bırakmıştır.
Başkanlık döneminde her zaman Fair Play ruhuyla hareket eden Canaydın, Türk Spor tarihinin en Centilmen Başkanlarından biri olmuştur.
22 Mart 2010 tarihinde vefat etmiştir.

Centinlmenliği kadar efendiliği ve örnek kişiliği ile hatırlayacağız kendisini. 
Ruhun Şâd, mekânın Cennet olsun Centilmen Başkan.

Ekşi sözlük'teki bir kullanıcının Özhan Canaydın ile olan bir anısı ile yazıya son veriyorum.

ılık ile serin arası bir bodrum akşamı. "haydi sünger pizza'ya gidelim" diyoruz arkadaşlarla. terasa çıkıyoruz, masamıza geçmek üzereyken köşe masadaki gruba gözümüz takılıyor. "özhan canaydın değil mi o ya" diyorum, "haydi yanına gidelim." arkadaşlarım "ya hu ayıp olur" falan diyor, "yok be" diyorum, "gidip bir merhaba deriz, bir de fotoğraf; o kadar."

yanına geldiğimizi gören özhan canaydın, büyük bir nezaketle ve insanın tüylerini diken diken eden bir beyefendilikle ayağa kalkıyor, "bir saniye çocuklar" diyor ve ekliyor "müsaadenizle ceketimi giyeyim." ben arkadaşlarıma bakıyorum, onlar bana. kaldı mı gerçekten böyle insanlar diye birbirimize boş bakışlarla soruyor ve dumurdan dumura koşuyoruz.

"ee çocuklar nasılsınız, neler yapıyorsunuz?" diyor başkan bize. ve bunu o kadar içten yapıyor ki sanırsınız karşımızda koca galatasaray başkanı değil de kankamız var. "sağolun başkanım" diyoruz; "siz de iyisinizdir inşallah." "sağolun" diyor ve gözü o zaman kız arkadaşım şimdi ise eşim olan canıma takılıyor. "siz nasılsınız küçük hanım" diye soruyor; ya hitaba, klasa bakar mısınız. kız arkadaşıma o kadar içten ve sıcak bakıyor ki gören torununa baktığını sanır.

biraz sohbet ettikten sonra bana dönüp "aman kaçırma bu güzel kızımızı" diyor, "yok efendim kaçırmam" diyorum. efendim hitabını yaparken önce kendime sonra bu saygın bilge adama şaşıyorum. kendime şaşıyorum çünkü o güne değin kullandığım bir hitap şekli değil; özhan bey'e şaşıyorum çünkü bir insanın böylesine bir zarafet içinde olabilmesini aklım almıyor.

"kusura bakmayın çocuklar, yerimiz olmadığı için sizi masaya buyur edemedim, bir içecek ısmarlayamadım" diyor, bunu derken neredeyse kırılacak kibarlıktan. o bunları söylerken biz adeta şoktan şoka giriyoruz. "estağfurullah başkanım, ne önemi var, sizin elinizi sıkıp gideceğiz zaten" diyoruz.

biraz daha sohbet ettikten sonra "aman derslerinizden, işinizden geri kalmayın" nasihatlerini de dinliyoruz başkandan. o an aklıma sürekli benim iyiliğimi isteyen ve her konuda bana yol gösteren babaannem geliyor, istemsizce gözlerim doluyor ılık bir bodrum akşamında.

elini öpüp yerimize geçiyoruz. arkadaşlarla muhabbete dalıyor ve saatlerin nasıl geçtiğinin dahi farkına varamıyoruz. derken bir ses duyuluyor: "haydi iyi geceler çocuklar, iyi eğlenceler." bir anda okulun en disiplinli ama en sevilen hocası sınıflarına dalmış haylaz öğrenciler gibi ayağa fırlıyoruz ve "sağolun başkanım" diyerek teşekkür ediyoruz.

aradan yarım saat daha geçiyor, masanın en büyüğü olarak garsona "hesap lütfen" diyorum. garson masamıza geliyor ve kulağıma fısıldıyor: "hesabınız kapandı efendim, özhan bey halletti." biz bir kez daha şoke oluyoruz, gözlerimiz doluyor adeta. "ne adam be" diyoruz. ama ödediği hesap için değil, bize davranışlarından ötürü elbet.

sonra aradan seneler geçiyor, o güzel adam çok ama çok uzaklara gidiyor ve uğruna gece gündüz çalıştığı stadın açılışında şu an galatasaray'ın başkanlık koltuğunu açıkça işgal eden adnan polat tarafından adı dahi anılmıyor. sonrasında konuşan erdoğan bayraktaradlı basit bir müteahhit tarafından "karşımda naif ve güçsüz duruyordu" denerek sözde küçültülmeye çalışılıyor.

benimse aklımda o rüya gibi gece; şimdi yukarılardan bir yerden bizleri izleyen bu güzel adamı anıyor ve soruyorum: ulan siz kim, sizin adınızın böyle bir adamla aynı cümlede dahi geçebilmesi kim? adnan polat, erdoğan bayraktar kim, özhan canaydın kim?

elimizde takımlar üstü olan bir tek süleyman seba kaldı; bari onu kırmayalım ve iyi bakalım.