17 Haziran 2012 Pazar

Son Topu Kullanamadık!

Yıllardır Galatasaray'ı en çok futbol şubesiyle sevdik biz. Acımız, tatlımız, üzüntümüz, sevincimiz hep futbolda alınan başarılar ve kaybedilenler le olmuştu. Galatasaray hayatımızın merkezinde olduğu için onu futbolla yoğurup yaşıyorduk. Çocukluğumuz, yol üstlerinde, mahalle aralarında ve çayırlarda futbol oynamakla geçiyordu. Bu yüzden bizim için Galatasaray sadece futbolda ibaretti.

Basketbolu ya da herhangi bir spor dalını takip etmek için önce onu sevmek, ona bağlanmak gerekir.
Büyüdükçe Galatasaray'ın başka spor branşlarında da yarıştığını fark ettik ama konulara hakim olamadığımızdan sadece başarılarına sevindik, üzerinde Galatasaray arması var diye. Bu branşlarda neler yaşanıyor, neler yapılıyor hep yüzeysel gördük. Ta ki o gelene kadar.

Oktay Mahmuti'nin Galatasaray CC antrenörü olduğunu, gelişini pek fark edemedik çünkü uzaktan seyrediyorduk takımı. Sonra yavaş yavaş etki alanına girmeye başladık. Benim gibi bir çok kişinin basketbol üzerine ilk mottosu; "Onlara karşı koyamayacakları bir savunma yapacağız" olmuştu. Basketbolu sevmeyen bizleri Oktay Mahmuti ve Yenilmez Armada öyle kendine çekiyordu ki, artık mağlubiyetlere de üzülüyorduk. Basketbola pencereden bakmayı bırakıp, o yuvanın içinde yaşıyorduk artık.

Oktay Hocanın ilk sezonu sonundaki başarısı; daha önce yüksek bütçeyle kurulan rakiplere kafa tutmakla ve onları mağlup etmekle başladı. Artık bu takımın bir karakteri vardı, sokaktan geçen adam da biliyordu ki, Galatasaray yeniliyor olsa bile "son topa kadar" savaşmayı elden bırakmayacaktı. Bu karakterle inanılmaz geri dönüşler yaşadı. Play-off serisinde ezili rakibine kaybetse de "artık ben buralarda olacağım" diye bas bas bağırıyordu takım. Nitekim o sezon öyle bitti.

Ardından gelen bu sezon, Yenilmez Armada ilk defa Eurolig'de boy gösterdi. Gelişi de tıpkı karakterine yakışır şekilde oldu. "Ön eleme turlarını geçemez" denilen takım birer birer eliyordu rakiplerini. Sıonra, "görüp görebilecekleri yer burası" denildi. Ama takım bu guruptan da çıkmayı başardı. Top 16'da CSKA, Olimpiakos ve Anadolu Efes gibi basketbola çok yüksek bütçe ayıran takımlarla aynı guruba düştüğümüzde "GS(!) gurupta sıfır çekecek" denildi, fakat daha sonra bu lafı diyenler neredeyse kalp krizi geçirecek duruma geldiler. O sezon hiç bir takıma yenilmeyen CSKA'yı muhteşem taraftarı önünde deviren Yenilmez Armada, tırmanmakta olduğu tepelerin belki de en yükseğine çıkmıştı.

Biraz şansızlık ve Anadolu Efes'in tamamen bize ters sonuçlar alması bir üst tura çıkmamızı engellemişti belki, ama Yenilmez Armada'ya inanan herkes bunun bir son değil başlangıç olduğunu biliyordu. Artık ufukları ve oraların güzelliklerini görebiliyorduk.

Sezon içinde Avrupa'da alınan başarılı sonuçlar ve belki Türkiye'de ki rakiplerimizi yeterince önemsememiş olmamızdan dolayı, önce kupayı ardından normal sezonu şampiyon tamamladığımız ligi  kaybettik. Play-off serisinde takımın yalnız bırakılması ve hakemler tarafından doğranmamız, hocanın biten sözleşmesinin bir türlü yenilenmemesi şampiyonluğa mal oldu desek, belki de fazla itiraz eden çıkmaz.

Herkes hocanın yeni sözleşme imzalayacağı günü beklerken, basında "Koç çok para istiyor", "Soyunma Odasında Yönetime küfür etti" minvalinde saçma sapan haberler çıkmaya başladı. İşin içindeki arkadaşlarımız, büyük sorunların olduğundan bahsederken biz, "yok canım kesin imzalayacaktır" diye bekliyorduk. Ve beklediğimizle de kaldı öylece.

Şimdi soruyorum; uzun zaman sonra basketbol dışındaki bir çok insanı bile kendine bağlayan bu takımın mimarına, oluşan sinerjiye ihanet edecek kadar neler yaşanmış olabilir?

Hani biz bir aileydik? 


0 yorum:

Yorum Gönder