27 Eylül 2011 Salı

Alpaslan Ağabeye...

Aslında ona yazılacak o kadar çok şey var ki...
Ama ne yazsak, ne söylesek hep havada kalıyor...

Belkide hep ona atfedilen cümlelerin arkasına sığınıyoruz.
Tıpkı "Seni öyle özledik ki. Mektuplar yazdık okursun diye.. İçimizdeki özlemi, sevgiyi tarif edemedik sen anlarsın diye" cümlesinde olduğu gibi.

Ona,

Seni tanıyanlar kadar tanımayanlar da çok sevdi. Öyle sevdiler ki, seninle sadece tek bir mail de buluşmuş olan ben bile sana dair ne hissettiklerini bugün anlatmakta zorlanıyor. Her Kara Eylül'de bizde karanlığa gömülüyoruz. Hep özlüyoruz, hep bekliyoruz. "Şaka" demeyeceğini bile bile bekliyoruz.
Öyle işte...
Kardeşlerin hep peşinden geliyor Abi... Galatasaray için yerden tek bir taş kaldırana bile saygı duyuyorlar. Aynı senin gibi...
Bunları yapıyoruz yapmasına ama hiç kimse olmuyor senin gibi. Hiç kimse gelmiyor, gelmeyecek...
Biz hep böyle tribünde bir eksik Cennette bir fazla olacağız.

Sen rahat uyu, biz hep Galatasaray'a sahip çıkacağız. Mekanın Cennet olsun, nur içinde uyu...


Hoş geldin Eylül…


En haylaz zamanlarımızın “ikmal” dönemleri…

Bir şeyleri yeniden kurtarabilme çabası içine girilen zamanlardı Eylül’ler…
Eğer bir dersten kaldıysak, bir dersi iyi alamadıysak “Eylül”e kalırdık.
Ne tadını çıkarabilirdik tatillerin, ne yüzümüz gülerdi.
Aklımızda hep bir Eylül korkusu…
Eylül telaşı…
Eylül düşmanlığı…

Biz Eylül’de kaldık…
Seninle geçirilen zamanlardan dersimizi aldık mı?
“Yol budur” dediğin çizgilere basmadan gidebiliyor muyuz?
Senin gibi sevebiliyor muyuz renkleri? Senin gibi beklentisiz, senin gibi gece,
senin gibi gündüz…
Kaldık…
Senin bize sınavındı belki bu.
“Hadi bakalım neler öğrenmişsiniz görelim” der gibi…
Belki de biz geçtik.
Belki de tam da istediğin yerde bayrağımız.
Belki biz geçtik de;
Sadece aklımız, “ruhumuz” geçemedi…
Eylül’e kaldı… Eylül’de kaldı…

Şimdi senin her renk arasına, her grup arasına kurduğun köprüler gibiyiz…
Ağustos’tan-Ekim’e geçiyoruz…
Eylül’ü sindiremiyoruz, Eylül’ü istemiyoruz…

Seni hiç görememiş kardeşlerin bile Eylül’de.
Seni tanıma fırsatı olmayan kardeşlerin bile bizle…
Metin Oktay…
Fahriye Anne bizle…
Karıncaezmez bizle…
Türkiye’nin her şehri, Dünya’nın bütün ülkeleri…
“Dünya’nın en büyük taraftar oluşumu” dediğin ultrAslan’ın bayrağı ellerimizde…
Yüreğimiz Eylül’de…

Yıllar yılı hiç bıkmadın Galatasaray peşinde olmaktan.
Yıllar yılı bizde bıkmadık senin adını her yere yazmaktan…
Daha çok sevdik Galatasaray’ı, daha çok sahiplendik…
Özledik, bekledik…

Yüreği gibi hepsi büyük harflerle “ALPASLAN”,
Hiçbir zaman çıkıp “şaka” demeyeceğini bilsek de
Gözlerimiz yollarda kaldı hep…
“Aklımız Eylül’de”…


Ulaş Bayam
22/09/2011



Sevgili Alpaslan Ağabey,

Son birkaç yıldır seninle konuşamadık.

Geçenlerde aklıma düştün, bu mektubu yazayım dedim.

Keyfin yerindedir umarım.

Benim mi?

Benim pek değil. Bir şeyler değişiyor çünkü, ben tam adapte olamıyorum. Bundan da mutsuzum.

Ama iyi ki seni tanımışım abi.

Neden mi?

Çünkü öğrettiğin şeyler her zaman yararıma oluyor. Değer bilmek ve armaya sahip çıkmak...

Pek yeni düzene ayak uyduramasam da…

Bugün o klasik, “keşke çıksan şaka desen”, “ah be abi bizi nasıl bıraktın” muhabbetlerine girmeyeceğim.

Biliyorum sen hep buradasın çünkü; biraz güncel görüşlerimden bahsedeceğim.

Affına sığınarak…

**

Abi açıkçası sana biraz içimi dökmek istedim. Dinlediğini bilerek anlatıyorum.

Geçenlerde bir gün yine muhabbetteyiz.

Konu mu?

Her zamanki gibi Galatasaray, yani aşkın tarifi…

Aslında tartıştığımız konular senin pekte sevmediğin şeyler istersen ben anlatayım;

Transfere 30 milyon Euro, stada ışıklandırma - yol, takıma yeni efsane(ler) gerekiyormuş...

Bir de “efsane” demişken; “günlük efsanelerin” de son kullanma tarihi gelmiş…

Bozulan ürünü çöpe atmak yerine bir de konu açılmış hakkında, hatta 80 sayfa yazılmış…

İnanabiliyor musun?

Yarınları olmayan konular tartışılır olmuş.

Tam da o sırada benim playlist sanki durumu fark etmiş; Barış Manço’yu almış başa…

Barış Abi gündemle ilgilenmiyor olsa gerek ,

Şöyle söylüyordu içlice;

"Unutma ki dünya fani, ben nasıl unuturum seni; can bedenden çıkmayınca…"

**

Gerçi ben de o muhabbetlerdeydim. Şimdi baksan forumda 40 tane mesajım vardır.

Kim geldi kim gitti, hangi sistem, 4-3-3 nedir falan filan. Sanki bu takımda hoca yok..

Ha bir de unutmadan Türkiye’yi sarsan şike operasyonu.

Kahrolsun fener, şerefsizler küme de düşsün bir daha da kalkamasın muhabbetleri.

Bir de üstüne Barış Abi de ne yapıyorsun der gibi bir mesaj gönderince,

Dedim ki ben anti fenere değil de Galatasaray’a fanatik değil miydim?

Benim aşkım transfere miydi, toz toprak halinde olsa da Galatasaray’a mı?

Biz Galatasaray’a aşık olurken okumamış mıydık paraları geri çevirenleri, parasızlıkta kol kanat gerenleri?

Ya da,

Rakip kim olursa olsun ortada bir GALATASARAY olduğunu?

Tek gerçek Galatasaray derken laf-ü güzaf mı ediyorduk yoksa,

Umutların olduğu yerde imkansızı yıktığı için değil miydi Galatasaray’a aşkımız ?

Sonra,

Utandım bir an kendimden, ben nelerle uğraşıyorum dedim, ya Alpaslan Abi ne der? ...

Hani çaba, hani koşulsuz, sınırsız, çıkarsız aşk? Nerede?

Birkaç besteyi alkışlarla söyleyince mi çıkıyor bu aşkın karşılığı?

Senden öğrenmedik mi abi koşmayı karanlıkta, korkusuzca?

Senden dinlemedik mi armanın anlamını; G’nin yılmazlığını, S’nin asaletini?

Ya da sen değil miydin bu aşkın en içten sembolü?

Kameralar mı gerekir efsaneler için? Bir kaç kişinin efsanesi efsane değil midir?

Senin gibi aşkı için ölümleri öldüren adam, fani dünyada olmasa ne olur? Ya da ne kaybeder ?

He Alpaslan Abi?...

Sen bizim efsanemiz değil miydin?

Bu aşktan cebine 1 kuruş girmeyen ama milyonlarca Euro ile ölçülemeyecek efsane ...

Hiç unutur muyum sandın? Alpaslan Abi..

Eski resimlerle değil, şehir efsanesi gibi anlatılan adam: Alpaslan Dikmen..

**

Tribünü sadece betondan ibaret sananlar için haykırıyordun abi sen de “SADECE GALATASARAY” diye..

Her tribünde bir bağırış bir isyan var; sesini bilenler hala seni arar; tıpkı benim gibi..

Seni bilenler ise sadakat arar, aşk arar..

Eminim bağırıyorsun bir yerlerden, pankartları diziyorsun tribüne; isteyen görüyor, istemeyen zaten anlamaz..

Arma diyorsun, Galatasaray diyorsun, aşkımız diyorsun, çabamız diyorsun, “gelecek” diyorsun…

Diğerleri hep “ne oldu” diyor?

**

Ama biliyor musun abi,

Şimdi boş şeylerle uğraşsak da sana yazdığımı bilince rahatladım bir an..

Galatasaray paylaşmak demiştim ya,

Sanki paylaşmaktan da öte..

**

Galatasaray’a aşk ve senin efsanenden bahsetmişken, unutmadan bir de transfer var demiştim…

Bir şey değişmedi abi, hala yüz miyonlarla ölçülüyor.

İnsanlar da Galatasaray diye bağırmadan önce sahaya bakıyor, bir şey değişmedi.

Ama biz birkaç kişi hala sette sana bakıyoruz abi, hani kapalının en “kapalı” en “güçlü” kısmına bakıyoruz.

İşte o an “Saldır Galatasaray” diyorsun ya, ortada ne 100 bin kalıyor ne de 100 milyon..

O zaman transfere gerek kalmıyor..

Aşka transfer gerekir mi?

O zaman sadece Galatasaray oluyor, seni bilenler hep görüyor…

İnan abi öyle oluyor,

İnan abi…

Bu mektubu…

İnan abi bu mektubu yazarken,

Güncel konuşacağım dedim ama,

Güncel olaylar dedim,

Dedim ama,

Seni ne çok özlediğimizi fark ettim...

Hani demeyecektim ya keşke çıkıp şaka desen diye,

Çok erken oldu be abi…

Hani demiştim ya,

“Ah be abi” demeyeceğim diye,

Demesem de,

Kim engelleyebilir yüreğimdekini?

Bu sarı kırmızı göz yaşlarını?...

Bir de şimdi seni düşünürken…

Sana seslenirken…

**

Her neyse Alpaslan Abi…

Bu sana yazılmış bir mektup,

Karlı havalarda yaptığın tezahürat gibi, sesinin son çığrığı, terinin son damlasındaki şeref gibi,

Sadece tek bir noktaya değiniyor;

o da GALATASARAY…

**

Herkes anlamaz ama, senin gibi efsaneleri yaşamak içten ağlatıyormuş da insanı, bunu fark ettim.

Dedim ya şimdi herkes efsane, herkes yıldız…

Ve şimdi kameraların olduğu yerde günlük yıldızlar,

Kimse bilmez ki yüreğimize gerekmez onlar,

Bize alpASLAN gibi efsaneler yeter..

Abi aslında işin özü;

Bir tek sarı kırmızı, bir arma, bir de senin gibi aslan yürekliler gerek bu aleme...

**

Mektubu fazla uzatmayayım;

Barış Abi diyordum; can bedenden çıkmayınca unutulmuyormuş..

Can bedenden çıktı da ne oldu? Sen buralardan ayrılabilirdin mi abi ? ...

Ya da şöyle sorayım; can bedenden çıksa da bu aşk unutulur mu Alpaslan Abi? ...

Keşke bir kez daha “GALATASARAY” deseydin.

Ama olsun, Galatasaray sonsuza dek “ALPASLAN” diyecek ya,

Bizim gibi ASLANLARA o da yeter…

**

Sana yine yazacağım abi; Galatasaray olduğu sürece…

Sevgilerimle,

**

Kimden: Bir Galatasaray Sevdalısı
Kime: Alpaslan Dikmen ve Tüm alpASLAN’lar..

21 Eylül 2011 Çarşamba

STSL 3. Hafta KDÇ. Karabükspor - Galatasaray Maça Doğru




İlk 11,
Muslera, Eboue, G.Zan, Ujfa, H.Balta, Kazım, Melo, Selçuk, Riera, Elmander, Sercan


Galatasaray, Spor Toto Süper Lig’in üçüncü haftasında KDÇ Karabükspor ile deplasmnda karşılaşacak. Karabük Necmettin Şeyhoğlu Stadı’ndaki mücadele, 21 Eylül Çarşamba akşamı, saat 18.45’te başlayacak.

Maç: KDÇ Karabükspor – Galatasaray
Stadyum: Necmettin Şeyhoğlu Stadı
Tarih: 21.09.2011 Saat: 18.45
Hakemler: Bünyamin Gezer, Erdinç Sezertam, Asım Yusuföz – Hakan Özkan
Yayın: Lig TV (Canlı)
İnternet: www.galatasaray.org (Canlı Anlatım)

Spor Toto Süper Lig’in birinci haftasında Atatürk Olimpiyat Stadı’nda İstanbul BŞB’ye 2-0’lık skorla kaybeden Galatasaray, yeni sezondaki ilk galibiyetini Samsunspor’a karşı aldı. Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena’da oynanan maçta Felipe Melo’nun 35 metreden attığı golle öne geçen takımımız, ikinci yarının başında rakibinin bulduğu eşitlik golüne Johan Elmander ve Selçuk İnan ile cevap vererek karşılaşmadan galip ayrıldı.

Süper Lig’deki beşinci sezonuna iç sahada Sivasspor galibiyetiyle (2-1) başlayan KDÇ Karabükspor, ikinci haftada Gençlerbirliği’ne konuk oldu. Ankara’daki mücadeleden 2-1’lik skorla mağlup ayrılan kırmızı-lacivertli takım, iki hafta sonunda üç puanla dokuzuncu sırada kendisine yer bulabildi. Batı Karadeniz temsilcisi, 12 sene sonra yeniden Süper Lig’de mücadele ettiği 2010-2011 sezonunda ise 34 maçta 12 galibiyet ve sekiz galibiyet elde ederek toplam 44 puanla puan sıralamasının dokuzuncu basamağında yer almıştı.

Galatasaray ve KDÇ Karabükspor, ligde daha önce sekiz kez birbirlerine rakip oldu:

25.09.1993 Galatasaray 0 – 0 KDÇ Karabükspor
06.03.1994 KDÇ Karabükspor 0 – 0 Galatasaray
21.12.1997 Galatasaray 3 – 0 KDÇ Karabükspor
09.05.1998 KDÇ Karabükspor 2 – 3 Galatasaray
31.10.1998 KDÇ Karabükspor 0 – 3 Galatasaray
10.04.1999 Galatasaray 2 – 0 KDÇ Karabükspor
01.10.2010 KDÇ Karabükspor 2 – 1 Galatasaray
05.03.2011 Galatasaray 0 – 0 KDÇ Karabükspor

Lig tarihinde KDÇ Karabükspor’a karşı tek mağlubiyetine 2010-2011 sezonunda uğrayan Galatasaray, Fatih Terim’in teknik direktör olarak görev başında bulunduğu 1996-2000 yılları arasında rakibini dört maçta da yenmeyi başardı. Takımımız, 1997-1998 sezonunun son haftasında İzmir Atatürk Stadı’ndaki mücadeleye ise şampiyon unvanıyla çıkmıştı.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Yeni Umutlara Başlarken




Geçen haftaki soğuk duşun ardından herkes, bu maçın ciddiyetinin farkındaydı. Taraflarlar, gurbuttetten memlemleketine dönen gurbetçinin heyecanıyla evimizde takımla buluşmak için Ali Sami Yen Spor kompleksine akın etmişti. Hafta içinde Taçsız Kralı anma etkinlikleri, maç öncesi taraftara penaltı atışı kullandırılması ve yeni sezonun içerdeki ilk maçı olması bu maçı biraz farklı kılıyordu.

Maç başında ki üçlünün ardından taraftarında etkisiyle Galatasaray rakip yarı alana yerleşti ve ilk 20 dakika neredeyse oyun komple orada oynandı. Nitekim golde bu dakikalarda kazanılan bir serbest vuruştan geldi. Melo'nun attığı gol çok güzeldi, top adeta havada bir şahin gibi süzülüyordu. Bu golle birlikte taraftarımız da iyice keyiflenmiş ve tribünler karşılıklı olarak birbirlerine tezahürat etmeye başlamıştı. Belki yanılıyor olabilirim ancak, ben ilk defa komple tribünleri dolaşan bir tezahürat dinledim yeni mabedimizde. Golden bir süre sonra takımda bir yavaşlama oldu, oyunu rolantiye almaya çalıştık. Bu dönemlerde Samsunspor'un da sadece iki kişiyle hücum etmeye çalışması oyunu orta alana yığdı.

İkinci yarıya başlarken Samsunspor, ilk yarıda oynadığından farklı bir oyun anlayışıyla sahaya çıktı. Oyunu kandi sahalarında kabul etmek yerine orta sahada pres yapıp, atağa çıkmaya çalıştılar. Gökhan Zan'ın rakibe attığı topla da istediklerini sahaya uygulamış oldular. Attıkları golde Mustafa Sarp'ın oluşu da ayrı bir ironi oldu. Adam yine sinirlendirdi bizi. Yediğimiz golden sonra üretkenliği şuan için az olan takımda kısa sürelibir panik havası esti. Eboue'nin yerine Elmander ve Baros'un yerine Sercan'ın girmesiyle birlikte oyuna tekrar hareket ve hız kazandırmış olduk. Selçuk'un ara pasıyla başlayan, Sercan'ın müthiş topuk pasıyla devam eden ve Elmander'ın güzel bitiriciliği ile son bulan 2. golümüz belki de gecenin en güzel olayıydı. Bu golden sonra rakip kaleye iyice yüklenmeye başladığımız anlarda rakip kalecinin Elmander'i düşürmesi üzerine kazandığımız penaltıyla birlikte maç bitmiş gibiydi.


Şuan görünen o ki, üretkenliği az olan bu takımı çift forvetle oynatmak şart. Baros'un bu güçsüz ve formsuz haliyle tek başına gol yükümüzü çekmesini beklemek hayalcilik olur. Formasyon olarak 4-4-2 oynamak bence en ideali. Kazım ve Riera kanatlarda gayet yeterli olurlar. Ortada Melo Selçuk ikilisi ve forvette Baros, Elmander, Sercan üçlüsünden ikisi oynarsa daha rahat gol bulabiliriz.

Goller
Dk.17 Felipe Melo, Dk.73 Johan Elmander, Dk.76 Selçuk İnan (p) (Galatasaray), Dk.54 Mustafa Sarp (Samsunspor)

18 Eylül 2011 Pazar

Galatasaray 3-1 Samsunspor Maç Özeti



Maç Özetini aşağıdaki bağlantıdan indirebilirsiniz.
Galatasaray 3-1 Samsunspor Özet İndir


http://tribundekiaslanlar.blogspot.com/2011/09/spor-toto-super-lig-2-hafta-galatasaray.html

STSL 2. Hafta Galatasaray - Samsunspor








Galatasaray – Samsunspor
Stadyum: Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena
Tarih: 18.09.2011 Saat: 20.00
Hakemler: Kuddusi Müftüoğlu, Ekrem Kan, Serdar Akçer – Koray Gençerler
Yayın: Lig TV (Canlı Yayın)





Maça Doğru


Galatasaray, yeni sezonun ilk haftasında İstanbul BŞB ile karşılaştı. Takımımız, Atatürk Olmpiyat Stadı’ndaki mücadeleden 2-0’lık skorla mağlup ayrıldı.

Yeni sezonda Galatasaray’daki üçüncü teknik direktörlük dönemine başlayan Fatih Terim, 2002-03 sezonunda takımın başına geçtiğinde Süper Lig’deki ilk rakibi Samsunspor olmuştu. Galatasaray, Ali Sami Yen Stadı’ndaki karşılaşmayı 4-1 kazanmıştı. Takımımız, Karadeniz temsilcisiyle iç sahada oynadığı son beş lig maçında da galip tarafta yer aldı.

04.03.2006 Galatasaray 3-2 Samsunspor (Ali Sami Yen Stadı)
12.09.2004 Galatasaray 3-1 Samsunspor (Ali Sami Yen Stadı)
25.10.2003 Galatasaray 1-0 Samsunspor (Atatürk Olimpiyat Stadı)
11.08.2002 Galatasaray 4-1 Samsunspor (Ali Sami Yen Stadı)
24.11.2001 Galatasaray 2-0 Samsunspor (Ali Sami Yen Stadı)

Karadeniz’in kırmızı-beyazlı ekibi, son olarak 2005-06 sezonunda Süper Lig’de yer aldı. O sezon Samsun’daki mücadeleden 2-1’lik skorla üstün ayrılan takımımız, Ali Sami Yen Stadı’nda ise rakibini 3-2 yenmeyi başarmıştı.

Samsunspor, 2005-06 sezonu sonunda 36 puan toplayarak 17. basamakta kaldı. Ve devam eden beş sezon boyunca bir alt ligde yarıştı. Karadeniz temsilcisi, 2006-07 sezonunda 10, 2007-08 ve 2008-09 sezonunda 15, 2009-10 sezonunda 10. oldu. Samsunspor, 2010-11 sezonunda ise birinci sıradaki Mersin İdman Yurdu ile aynı puanı (58) elde ederek Spor Toto Süper Lig’e yükselmeyi başardı.

Galatasaray’ın Spor Toto Süper Lig’in ikinci haftasında rakibi, yaz mevsiminde 21 yeni oyuncuyu kadrosuna kattı. Samsunspor, geçtiğimiz sezon Galatasaray’da forma giyenMustafa Sarp’ı renklerine bağlarken, Anıl Dilaver ile de kiralık olarak anlaştı.



11 Nisan 2011 Pazartesi

Bülent Ünder'e Açık Mektup




İster futbol takımı olsun, ister basketbol, bir takım bir ailedir.
Aileler hata yaparlar, yaptıkları hataların büyük zararlara da yol açabilir.
Ama ailenin içinde yaşanan ailenin içinde kalır.
Galatasaray’ın başına getirilen hoca takımı düzene sokması ve de sezonun geri kalan kısmını en iyi şekilde bitirebilmemiz için getirilmiştir, kendi egosunu tatmin etmek, devrim ya da ırkçılık yapmak için değil.
Hocanın görevi hem aileyi bir arada tutmak, hem bireylerden maksimum verim alabilmek, hem de bireysel olarak değil ama bir bütün olarak elde edilen en iyi sonucu alabilmektir.

Futbolcu sahaya çıktığında nasıl yüzde yüz konsantrasyonla futbol oynamak zorundaysa, hoca da yüzde yüz konsantrasyonla maçı takip edip gerekli hamleleri yapmak zorundadır. Hocanın sahada bulunma amacı kameralara şirin gözüküp göz kırpmak değildir.
Oyuncular doğal olarak hata yaparlar ki bunu her oyuncu yapar. Zaten hatasız futbol olsa her maç 0-0 biteceği için futbol denen bir spor olmazdı.
Senin kaleye isabetli 7 tane şutun var ama golcü olarak oynayan bir oyuncun bir şut çekiyor ve kaleci kurtarıyor. Akabinde kontrataktan gol yeniyor ve sen maç sonu bu oyuncunun ismini vererek, onu “iyi oynayıp yenilmenin” sorumlusu olarak ilan ediyorsun.
Sırf ismini versen neyse ama bir de üstüne “Kolombiyalı” diyorsun. Oyuncu İstanbullu, Giresunlu, ya da Türk olsa, sen “Türk oyuncu” der misin?


7 isabetli şutun var, onları gole çeviremeyen oyuncular suçsuz da senin “şans verdim, kullanamadı” dediğin, Antalya maçında 46 dakika, Trabzon maçında 34 dakika santrfor olarak oynattığın kanat oyuncusu mu suçlu? Santrfor şutu kaçırdı, başka şut kaçıran santrfor mu yok dünyada? Şut kaçtıktan sonra o top bizim sahamıza kadar geldi, 4 kişi arasından geçti ve 5. oyuncu müdahale edemeyip de kaleci 10 pastan sonra gol olan o topu kurtaramayınca dünyanın neresinde santrfor suçlu olmuş?
Yok efendim yürümüşmüş. Çünkü takım muhteşem oynayıp başka yürüyen yoktu da sadece o yürümüş. Kim bilir belki de Kolombiyalı olduğu için yürümüş gibi gelmiş bile olabilir..
Kaç aydır sol kanat oynatılan Stancu sağ kanatta ne diye oynatılır pozisyonu kanatlar değilken? Bugünkü kadro ne diye böyle çıkarılır? Takım niye böyle ruhsuz oynar? Sen önce onları çöz Pino’ya yüklenmeden önce.


Bir daha forma giyemezmiş çünkü şansını iyi kullanamamışmış. Toplam 80 dakika şansını kullanamamış bir Pino karşısında 180 dakika şansını kullanamamış sen varken, hanginizin sezon sonuna kadar takımda kalmaması daha doğru olur acaba?
Geçen hafta Antalya’dan 3 yedik, ruh gibi gezen oyuncular vardı. Onlara laf ettin mi uyruklarını belirterek?
Aldığımız 10 küsur mağlubiyetin çoğunu sırf aynı defans oyuncularının aynı hataları yapmaları yüzünden kaybettik. Hangi hoca çıktı da tek bir defans oyuncusunun tek bir hatasını gosterdi kaybetmemizin nedeni olarak ve de o oyuncuyu maç içindeki bir hatası yüzünden bir daha oynatmam dedi?


Kalan maçlarımızda da gol atamazsak uyruklarını belirterek yabancı defans oyuncuları ve kaleciyi mi keseceğiz kadrodan?
Bugünkü maça santrforsuz çıktık çünkü santrforumuz 2 maç önce, maçtan sonra kırmızı kart yedi ve 3 maç ceza aldı. Onun oynamaması, 34 dakika oynayıp kaleye bir isabetli şut çekip o topu gole çeviremeyen ya da pas vermeyen Pino’dan daha mı az önemli bu maçta gol atamamızın sebebi açısından?
34 dakika oynayan adam gol atmadı diye maçı verdik diyorsun. Sonra da vurdum duymazlığı sırf bu maç değil, genel olarak vurdum duymaz diyorsun. Madem vurdum duymaz adam, o zaman değil sahaya sürmek, kadroya bile ne diye alıyorsun?
66 dakika boyunca sahaya sürdüğün takım gol atamıyor. Onun da mı suçlusu Pino?
66 dakika golsüz geçmiş maç, madem gole ihtiyacın var ve bu adam “genel olarak vurdum duymaz”, o zaman ne diye oyuna alıyorsun? Kewell yok mu kenarda oturan? Cem Sultan yok mu kenarda oturan? Onlar ne diye kadroda o zaman da vurdum duymazı sahaya sürüyorsun?

Kewell’in oynamama nedeni de “Avustralyalı” Kewell olması mı?
Madem kazanmak için Pino’nun golüne, gollerine ihtiyacı var takımın. O zaman ne diye maç başlarken Pino sahada yok da son 34 dakika giriyor?
Bugüne kadar motive edemediğin takımı 3 milyon Euro verilen “Kolombiyalı” Pino’yu takımdan kesip futbola küstürüp sezon sonuna kadar oynatmamakla mı motive edeceğini düşünüyorsun? Oyuncu gitmeye karar verirse sen cebinden mi vereceksin o 3 milyonu?
Maçtan sonra da yine sevimli görünmeye çalışıp demagojiye devam etmekle de ne oyuncu kazanılır, ne de maç.


“Kolombiyalı” Pino’yu hedef gösterdikten sonra ise takımın kurtuluşu hakkındaki yorumların için başka bir yazı gerekir:
“Yukarıda baskıya alışıktık ama aşağıdakine alışık değildik, ama bu iki hafta içinde alıştık aşağıdaki baskıya. Bu durumdan kurtaracağız kendimizi.
Karanlığın sonu aydınlığa yakın zamandır.

Biz o karanlığa…
(10 saniyelik bir bekleme ve dil sürçmesinden sonra)
…yakın aydınlığı görmek için çaba sarf ediyoruz.”
Acaba diyorum genel kurulda bahsi geçen “zenci-beyaz” kavramını mı futbol takımına uygulamaya kalktın..
İnsanlara saygıyla davranmasını bilmeyen, davranmak istemeyen insana da saygı gösteren olmaz.
Sonumuz hayırlı olur inşallah.

24 Şubat 2011 Perşembe

TT Arena Maliyeti ve Devletin Kârı

Bugün Milliyet Spor'da Türk Telekom Arena'nın maliyetine ilişkin, başbakan yardımcısı Cemil Çiçek'in açıklamaları yayınlandı.

Hani açılışında Galatasaray Spor Kulübü'nden hiç destek görmedik burası tamamen devletin yaptığı bir staddır gibi naraları çok duymuştık. Bilinçli Galatasaray taraftarı işin renginin ne olduğunu biliyordu aslında. Ama şimdi bizim bildiğimiz o rakamların resmiyette açıklanması daha güzel oldu.

TOKİ başkanının Galatasaray'ın mabedinde Galatasaray'ı aşağılaması herkesin sabrının taşmasına ve bizim için bayram olacak bir gecenin hüsrana dönüşmesine sebep olmuştu.
Ondan sonra da "stadı biz yaptık", "Galatasaray'ın burada hiç bir kuruşu yoktur", "daha stadın tapusunu Galatasaray'a vermedik" gibi demeçleri çok duyduk.
O zaman ki bilinçli! spor basınından bugünde bu konu hakkında bir gündem oluşturmalarını bekliyoruz, Polyanna gibi...



Onları kendi haline bırakalım ve kendimizce ufak bir hesap yapalım.

Türk Telekom Arena'nın toplam maliyeti : 191.5 milyon TL
Ali Sami Yen Arazisinin Satış İhale bedeli :1 milyar 25 milyon 555 bin TL'den TOKİ'ye kalan para 475 milyon TL
Buradan devlete kalan kar payı : 283,5 milyon TL
Şimdi ne olmuş? Ali Sami Yen arazisinin ihale bedelinden gelen para Türk Telekom Arena Stadını yapmış ve geriye 283,5 milyon TL kalmış.

Cemil Çiçek açıklamalarının sonunda şöyle demiş ; "Galatasaray imzalanan protokolle Ali Sami Yen alanını verdi, Seyrantepe alanını aldı."
Bunada açıklık getirelim. Yapılan ilk protokolde, ASY arazisine karşılık Seyrantepe'de 384 dönüm arazi Galatasaray Spor Kulübü'ne verilecekti. Fakat daha sonra taraflar, bu arazinin büyük bir kısmını iptal ederek stad yapımını TOKİ'nin üstlenmesinde ve stad 49 yıllığına kiralanmasında anlaşmıştı. Böylelikle Galatasaray bu anlaşmada 384 dönüm arazinin tapusundan vezgeçmiş ve 49 yıllığına stad ve bölgesinin üst kullanım hakkına sahip olmuştu.
Yani, Ali Sami Yen alanını verdi Seyrantepe'yi aldı gibi basite indirgenecek bir durum yok. Çünkü Ali Sami Yen ve Seyrantepe arazilerinin değer farkı çok büyüktür.

19 Şubat 2011 Cumartesi

Galatasaray Kaptanına Büyük Terbiyesizlik


Bugün Fanatik gazetesi Galatasaray kaptanı Arda Turan hakkında şöyle bir başlık atmış ;
"3'ünden 1'ine gidecek"
Haberin içeriği özet olarak şöyle ; Arda'nın menaceri Ahmet Bulut, milli futbolcunun peşinde önemli kulüpler olduğunu söyleyerek, “Galatasaray'dan ayrıldığı zaman Atletico Madrid, Bayern Münih ya da Chelsea'den birisine imza atacak” ifadesini kullandı.

Resimde de görüldüğü üzere nelere vurgu yapıldığı ve bunun ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz.
Bu gazetenin daha önce yaptığı bir çok terbiyesizliğe şahit olduk ama artık bu kadarı da fazla!
Galatasaray Spor Kulübü adını ve kaptanını bu kadar ucuz ifadelerle kaleme alanlara nasıl bir yaptırım uygulanacak merakla bekliyoruz. Okumadığımız bir gazete de olsa bizde şöyle bir laf vardır, Sinek küçüktür ama mide bulandırır.

Bunlarda bizim midemizi bulandırıyor.

18 Şubat 2011 Cuma

Bu Kadarına da Pes!

Aslantepe'de Aslanlı yol girişine Ali Sami Yen spor Kompleksi yazılacak. Tamam, ne güzel stadımızın eksikleri yavaş yavaş gideriliyor ve ortaya daha güzel daha dolu olan bir manzara çıkmaya başlıyor, bizde bundan gurur duyuyoruz.
Ama bizlere böyle şeylerden gurur duymayı bile fazla görüyorlar. Stad girişine takılacak tabelanın Armalarına bak!

Bunları yapan reklamcı, tasarımcı vs. belki bilmiyor ve kafasına göre yapıyor anlarım ama kimse kontrol etmez mi bunu? Hadi onlar da kontrol etmiyor, üstüne birde kalkıp resmi sitemizdeki haber altına ekleniyor fotoğraflar. Neyse ki sonradan bu resmi kaldırdılar siteden.
Galatasaray'ın kültürü, değerleri herşeyden önce gelir.
Bunlara saygı gösterilmesini bekliyoruz.



17 Şubat 2011 Perşembe

Parçalı'na Sahip Çık!

Galatasaray'ın 1908 yılından beri giydiği en az arması kadar kutsal olan sarı kırmızı "Tam Parçalı" formasını geri istiyoruz. Son 13 senedir özlemle beklediğimiz bu formayı önümüzdeki sezonlarda yeni stadımızda görmek istiyoruz.
Kral Metin’in, Baba Gündüz’ün, Ali Sami Bey’in, Aslan Nihat’ın, Fatih Terim’in ve daha nice Galatasaray efsanesinin giydiği formadır Tam Galatasaray Parçalısı. Arda Turan, Emre Çolak ve daha nice gelecek efsanenin de giymesi gereken formadır.

Lütfen, "Tam Parçalı" forma hakkında hazırladığımız sunumun tamamınıokumadan imzalamayın



Okumak için: Flash ya da Pdf linklerine tıklayınız.

FLASH PDF


Not: İçerik, parcalinasahipcik.com sitesine aittir. Destek amaçlı paylaşılmıştır.